Oscar
ödüllü Ron Howard’ın (“A Beautiful Mind”) yönettiği
aksiyon macera “In the Heart of the Sea/Denizin Ortasında”,
Essex’in
dramatik gerçek yolculuğunu konu alan, Nathaniel Philbrick’in en
çok satan kitabına dayanıyor.
1820
kışında, New England balina gemisi Essex
kimsenin inanamayacağı bir şeyin saldırısına uğradı:
Neredeyse insanlara özgü bir intikam dürtüsüne sahip, dev
cüsseli bir balina. Gerçek bir deniz felaketi olan olay Herman
Melville’in Moby-Dick’ine
ilham kaynağı olacaktı.
Ama roman hikayenin yalnızca yarısını anlattı. “In the Heart
of the Sea/Denizin
Ortasında” bu karşılaşmayı takip eden dehşet verici olayları
konu alıyor: Geminin sağ kalan mürettebatının sınırlarını
sonuna kadar zorlayan, onları akla gelemeyecek şeyler yapmaya
mecbur bırakan olayları. Sarsıcı fırtınalar, açlık, panik ve
umutsuzluk karşısında bu adamlar, hayatlarının değerinden
yaptıkları işin ahlakına kadar, en derin inançlarını
sorgulayacaklardı.
“In
the Heart of the Sea/Denizin Ortasında”nın başrollerini paylaşan
isimler ve üstlendikleri roller şöyle: Geminin deneyimli ikinci
kaptanı Owen Chase rolünde Chris Hemsworth (“The Avengers”,
“Rush”); deneyimsiz Kaptan George Pollard rolünde Benjamin
Walker (“Abraham Lincoln: Vampire Hunter”); üçüncü kaptan
Matthew Joy rolünde Cillian Murphy (“The Dark Knight Rises”); ve
araştırmaları sayesinde otuz yıl sonra olayların gün ışığına
çıkmasına yardım eden romancı Herman Melville rolünde Ben
Whishaw (“Spectre”, “The Danish Girl”). Ayrıca, Tom Holland
(“The Impossible”) filmde denizci Tom Nickerson’ın gençliğini,
Brendan Gleeson (“Edge of Tomorrow”, “Suffragette”) ise
Nickerson’ın 30 yıl sonraki halini canlandırdı.
Howard’ın
yönettiği filmin senaryosu Charles Leavitt’e (“Blood Diamond”),
hikayesi Charles Leavitt, Rick Jaffa ve Amanda Silver’a (“Jurassic
World”) ait. Film, Kurgu Olmayan Roman dalında 2000 Ulusal Kitap
Ödülü almış olan, Nathaniel Philbrick imzalı
In the Heart of the Sea:
The
Tragedy of the Whaleship Essex adlı
kitaba dayanıyor.
YAPIM
HAKKINDA
Dünyanın
kıyısına yolculuk ediyorduk. Yuvamızı
ardımızda bıraktık, gümüş bir umut için…doğruyu aramak
için.
Bu,
tüm zamanların en önemli deniz yolculuğu hikayelerinden biridir:
Nantucket’tan yola çıkan Essex
adlı balina gemisi bir deniz canavarının —eşsiz bir boyuta ve
niyete sahip beyaz bir balina— saldırısına uğrar. Sadece birkaç
mürettebat hayatta kalır. Onların da olağanüstü zorlukların
üstesinden gelmesi gerekmektedir ki hayatta kalıp hikayelerini
anlatabilsinler. Fakat o dehşet verici yolculuktan sonraki 200
yılda, gerçekler tarihin içinde eridi, ilham kaynağı olduğu
ünlü romanın, Herman Melville’in Moby-Dick’inin
gölgeside kaldı. Şimdi yönetmen koltuğunda Ron Howard’la,
Essex
efsanesi,
geminin cesur mürettebatı ve o mitleşmiş beyaz balina “In the
Heart of the Sea/Denizin Ortasında” ile ilk kez beyaz perdeye
taşınıyor.
Moby-Dick
bir kurgu; oysa “In the Heart of the Sea/Denizin Ortasında”
Melville’in klasikleşmiş romanını besleyen gerçek destanı
hayata geçiriyor. Howard bu konuda şunları söylüyor: “Essex’in
gerçek hikayesi muhteşem. Çok sahici; özünde zengin ve
sinematik; pek çok iniş çıkış ve sürpriz barındırıyor.
Ayrıca, film geçmişte geçiyor olsa da, ilişkiler, hayatta kalma,
insanlık ve doğa gibi bugün de özdeşleşebileceğimiz,
düşündürücü temalara sahip; tüm bunlar insan olarak kim
olduğumuza dair hassasiyetlerimizle bağlantılı.”
Howard
senaryoyu ilk olarak, “Rush”ta birlikte çalıştıkları sırada,
aktör Chris Hemsworth’ten aldı. Bu filmde Essex’in
ikinci kaptanı Owen Chase’i canlandıran aktör, “Daha en
başından senaryoya bayıldım” diyor ve ekliyor: “‘In the
Heart of the Sea/Denizin Ortasında’ kahramanlığı ve akla
gelebilecek her yolla insanların sınırlarının ötesinde test
edilişini konu alıyor. Balinanın olayları terse çevirmesinin
getirdiği psikolojik gerilim de çok ilgimi çekti. Bu hayvanın
resmedilişiyle ilgili çok gizemli bir şey var —balina neden
saldırıyor;
bu, Essex
mürettebatının daha önce hiç görmediği bir şey. Avcı av
oluyor.”Essex’in
kaptanı George Pollard rolünü üstlenen Benjamin Walker, balina
avcıları ile balina arasındaki ölümcül çarpışmanın
öğelerden yalnızca biri olduğunu belirtiyor: “Bu hikayede üç
büyük sınav yer alıyor: İnsan insana karşı, insan doğaya
karşı, insan kendine karşı. Bu sınavları nasıl geçecek ve
hayatta kalacaklar? Filmin temeli bu. Ama güzelliği de burada;
insan ruhunun dayanıklılığını görüyorsunuz.”Howard,
Hemsworth’ün ilk olarak proje konusunda kendisine gelişini şöyle
aktarıyor: “Essex
hakkında hiçbir şey bilmiyordum ve senaryonun fazlasıyla gerçek
olaylara dayandığından haberim yoktu. Bunun hakikaten yaşandığını
öğrendiğimde, aklım şaştı. Hemencecik, katıksız ve yoğun
olacak bir film hayal etmeye başladım… kendimin izlemek
isteyeceği bir film; ki bu, benim için çok önemli bir kıstastır.”
Essex
ve mürettebatının olağanüstü yolculuğunu Nathaniel Philbrick
In
the Heart of the Sea:
The
Tragedy of the Whaleship Essex
adlı kitabında anlattı.
Nantucket’ı memleketi addeden yazar ve tarihçi Philbrick, bu
küçük Massachusetts adasının adını duyuran balinacılık
sektörüne uzun zamandır ilgi duyduğunu söylüyor: “Kitap
Nantucket’ın Amerikan balinacılığının başkenti olduğu
günlerde yaşanan bu olaya duyduğum meraktan doğdu. İçime
işleyen bir hikayeydi bu.”
Philbrick’in
talihsiz yolculuğunun ayrıntılı anlatımı yapım ekibi ve
oyuncular arasında benzer bir etki yarattı. Yapımcı Paula
Weinstein bunu doğruluyor: “Kitap kesinlikle çok sürükleyiciydi;
okumaya ara veremiyordum. Böyle bir şey olduğunda, tutku
duyabileceğiniz bir proje olacağını biliyorsunuz. Ayrıca,
hikayenin konusunu da çok çağdaş buldum. Kıyafetleri ve mekanı
değiştirdiğinizde, bugün bile bulabileceğiniz kadar çağdaş
bir hikaye olurdu çünkü hırs ve fedakarlık gibi; erkekler ile
babaları, kadınlar ile kocaları, hayvanlar ile doğa, hayat ile
ölüm gibi zamandan bağımsız temaları irdeliyor.”
Howard’ın
yapımcı ortağı Brian Grazer ise şunları söylüyor: “Doğru
ve değerli olduğuna inandıkları şeyi yapan erkeklerin bakış
açısıyla deneyimlenmiş bir olay; bunun ahlaki karmaşıklığına
tanık oluyoruz. Ama tüm bunlar açık denizlerde aşırı derecede
dinamik olan aksiyon dramanın ötesine geçiyor.”“Bu
sadece bu adamların ve yolculuklarının hikayesi değil” diyor
yapımcı Will Ward ve ekliyor: “Aynı zamanda, müthiş bir
hayatta kalma ve bir insanın kendisinin ve başkalarının hayatını
kurtarmak için ne kadar ileri gitmek isteyebileceğinin hikayesi.
Senaryoyu okuyup bu dünyayı araştırırken beni çok şaşırtan
şey, bu erkeklerin geçinmek için bu işi yapıyor olmasıydı. Her
seferde birkaç yıl boyunca, 25-30 metrelik gemilerle açık denizde
gezmeleri ve balina gördüklerinde küçük sandallarla bu dev
hayvanların peşinden gitmeleriydi. Gerçekten inanılmaz.”
Son
yıllarda, modern toplum balinaların son derece gelişmiş zeka ve
duygulara sahip, sezgili canlılar olduğunu artık biliyor. Ancak,
hikayeyi Rick Jaffa ve Amanda Silver’la birlikte yazmış olan
senarist Charles Leavitt bu erkeklerin geçim kaynaklarının geçmiş
zaman prizmasından görülmesi gerektiğine dikkat çekiyor.
“Balinacılığı yücelten bir film değil bu; tam tersine, bunun
ne kadar vahşice olduğunu gösteriyor” diyor Leavitt ve ekliyor:
“19. Yüzyılın başındaki balinacılık sanayi esasen birileri
yere delik açıp topraktan petrol çıkarmayı akıl etmeden önceki
petrol sanayiydi. Balık yağı Amerika ve Avrupa’nın lambalarını
yakıyordu. Anne babalar bebeklerini balina kemiğinden yapılmış
beşiklerde sallıyorlardı; mobilyalar, kadınların korseleri ve
daha pek çok temel eşya balinaların yan ürünüydü. Fakat bu
balina gemilerindeki adamların hayatları harcanabilirdi; onlar
şirket bilançosunun girdi kalemlerinden biriydiler sadece.Leavitt
şöyle devam ediyor: “Hikaye ‘doğaya karşı insan’ olarak
tasvir edildi ama gerçek şu ki hiçbir ‘karşıtlık’ olmamalı
çünkü insan da doğanın bir parçası. Ancak ne yazık ki o
dönemdeki Batı toplumuna hakim tavır bu değildi. İnsanın
doğanın egemeni olduğuna inanıyorlardı ve bu tavır tüm
hayvanları kapsıyordu. Balinalar toplanacak mahsulden ibaretti.”
Grazer
ise şu gözlemde bulunuyor: “İzleyicilerin bu balina avcılarının
kültürünü anlayabilmesi Ron’un sinematik olarak o dünyayı
yaratmadaki yeteneğiyle çok alakalı. Kendisi özellikle
karakterleri insanileştirmede ve onları çok katmanlı yapmada çok
iyi. Dolayısıyla, bu adamlar açık okyanusta hayatta kalma
mücadelesi verirken metamorfoz geçirdikçe onların tüm farklı
yönlerini göreceksiniz.”
Weinstein
filmin olabilecek en iyi ellerde olduğunu ifade ediyor: “Ron’la
çalışma deneyimi hakkında ne söylesem azdır. Olağanüstü bir
yönetmen —güçlü ve net, çalışkan, işbirlikçi ve açık.
Bir yapımcı olarak, usta bir sinemacıya emanet ediyorsanız bir
projeyi emanet etmek zor değildir; işte Ron bunu ve daha pek çok
şeyi mümkün kılıyor.”
Hemsworth’ün
yönetimindeki oyuncular da aynı hisleri paylaşıyorlar. “Ron
tanıdığım insanlar arasında en büyük kalbe ve en iyi çalışma
ahlakına sahip” diyor Hemsworth ve ekliyor: “Sinemacı olarak,
sınırları her zaman zorluyor. Kariyeri boyunca yaptığı filmlere
baktığınızda, onları tek bir kutuya koyamıyorsunuz: Dev
komedilerden zorlayıcı dramalara ve büyük aksiyon filmlerine imza
attı; üstelik tüm bunları dört dörtlük ve zeki bir şekilde
yaptı. ‘In the Heart of the Sea/Denizin Ortasında’ hepimiz için
çok meşakkatli bir projeydi. Böyle bir işe giriştiğinizde,
birbirinizle kol kola olmalı, birbirinizi desteklemelisiniz. Ron
bizi sürekli olarak zorladı ama oyuncu olarak istediğiniz bir
şeydir bu —size meydan okunması ve ilham verilmesi.”Walker bunu
doğruluyor: “Ron işlerin spontane ve hızlı yürümesinden
hoşlanıyor. Bu yüzden de, sete geldiğinizde hazırlıklı
olmanızı bekliyor. Buna saygı duydum ve olumlu karşıladım. Her
kaydı çoklu kamerayla çekti çünkü okyanustaki bu adamlar için
ölüm ile yaşamın ne kadar gelgitli olabildiğini yakalamak
istedi. Bence filmi izlerken bunu hissedebiliyorsunuz. Adeta onun bir
parçası oluyorsunuz, sanki geminin direğine saklanmışsınız ve
etrafınızda olup biten bu olaylara tanık oluyorsunuz.”
Howard
bunun her zaman amacı olduğunu belirtiyor: “Sinemaya gittiğimde
ışınlanmak istiyorum; ‘In the Heart of the Sea/Denizin
Ortasında’yı izleyicileri ışınlamak için heyecan verici bir
fırsat olarak gördüm. Onları gerçekten canlı, güzel bir
şekilde bir serüvene götürmek istedim. Hikayeyi olması gerektiği
gibi anlatmanın zorluklarla dolu olduğunu fark ettim ama bu
zorluklar artık altından kalkılabilecek şeylerdi. İkna edici,
heyecanlı ve filmin sunabileceklerine ilişkin beklentileri
karşılayacak şekilde yapımı beyaz perdeye taşıyabilirdik.”Yapımcılar
sinemaseverleri bir başka zamana ve yere etkili bir şekilde taşımak
için, 1800’lerin ilk yarısındaki Nantucket’ı
Leavesden-İngiltere’deki Warner Bros. Stüdyoları’nda yeniden
inşa ettiler. Kilit sahnelerden bazılarını da Kanarya Adaları’nın
en küçüklerinden La Gomera açıklarında çekerek, oyunculara
Essex’in
tam boyutlu bir kopyasında 19. Yüzyıldaki gemi yolculuklarını
tattırdılar.“Gerçekten
inanılmaz bir macera” diyor Howard ve ekliyor: “Öte yandan, çok
duygulu, ruh dolu ve ifade edilecek pek çok ilginç fikre sahip bir
hikaye. Bu fikirleri ifade etmek için bizim müthiş oyuncu
kadromuzdan daha iyi kim olabilirdi?”Joining
Hemsworth ve Walker’ı tamamlayan isimler Cillian Murphy, Brendan
Gleeson, Tom Holland ve Ben Whishaw’du.“Oyuncularımız
yapım boyunca gerçek fiziksel sınavlara maruz kaldılar ama
rollerine hakkını vermeye kararlıydılar çünkü hikayenin
hakikatine ve canlandırdıkları bireylere saygı göstermek
istediler.
Essex
trajedisi iki adamın hikayesi: Kaptan George Pollard ve ikinci
kaptan Owen Chase.
OYUNCULAR
1800’lerin
başındaki Nantucket, balina sanayinin bereketinden dolayı çok
prestijliydi. Ve bu çerçevede, adada en çok saygıyı gören bir
grup adam vardı. Philbrick bunu şöyle açıklıyor: “Nantucket’ın
balina avcıları ‘doğru şeylere’ sahiptiler ve günümüzün
savaş pilotları gibiydiler. Ana caddede yürürken caka
satıyorlardı. Dünyanın en güçlü yaratıklarıyla savaşmak
için daha önce kimsenin gitmediği yerleri keşfediyorlardı. Yani,
bu adamlar havalıydılar ve biraz da kibirliydiler. Karadaki
erkekleri, hatta diğer denizcileri küçümsüyorlardı. Bu yüzden,
genç bir Nantucket erkeğiyseniz, balinacı olmak için yanıp
tutuşuyordunuz.”
Fakat
balina avcıları camiası içinde, diğer şeylerden çok kan bağına
dayanan, belirgin bir kast sistemi vardı. Owen Chase limana tekrar
tekrar rekor düzeyde yağ getiren yetenekli bir balina avcısıydı.
Yine de, balina avcısı bir ailenin çocuğu olmadığı için
Essex’in
kaptanlığı kendisine verilmedi.
Chris
Hemsworth şunu söylüyor: “Chase kaptan olmaya yeterli
niteliklere ve yeteneklere sahip, işçi sınıfından bir adam ama
doğru ailenin çocuğu olarak doğmamış. Seçkin bir aileden
gelmediği ve doğru soyadına sahip olmadığı için, kaptanlığı
George Pollard’a kaptırıp kendisi ikinci kaptanlıkla yetinmek
zorunda kalınca büyük hüsran ve öfke yaşıyor.”
“Chase
kahraman ruhlu, asil ve karizmatik” diyen Howard, şöyle devam
ediyor: “Ama kusurları da var. Kendini kanıtlama ihtiyacıyla
hareket ediyor ve bunu gereksiz bir takıntı haline getiriyor.
Chris, karakterin her yönünü bazen tek kelime etmeden yansıtan
cesur bir aktör. Onun performansı sayesinde, Chase derinlemesine
tanıma fırsatını gerçekten buluyoruz.”
Chase’in
George Pollard’a karşı içten içe yanan öfkesi yeni kaptanın
deneyimsizliğiyle daha da pekişir. Hemsworth bunu doğruluyor:
“Chase kendisinin kaptan olabileceğini pekala bildiği için
ikisinin arasında çok fazla sürtüşme var; Pollard’ın da
derinlerde bir yerde bunu biliyor olması çok muhtemel. Her ikisi de
mürettebat üzerinde otorite kurmaya çalıştığında, ortaya çok
tehlikeli bir senaryo çıkıyor çünkü işlerin nasıl yapılacağı
konusunda çatışan fikirleri var. Mürettebat kime güvenmesi
gerektiğini sorguluyor çünkü Pollard kaptan ama Owen Chase daha
bilgili.”
Pollard
komuta yetkisine sahip olmasına rağmen, o konuma hak ederek
getirilmediğini bildiği için kararlarından sürekli olarak kuşku
duyuyor. “George Pollard ne olmak istediğine kendi karar vermemiş”
diyen Walker, şöyle devam ediyor: “Köklü bir balina avcısı
ailenin oğlu olduğu için, Pollard isminin hakkını verme
sorumluluğuyla yetiştirilmiş… bunun için yeterli olsa da olmasa
da. Üzerinde çok büyük bir baskı var. İşte bu baskıyı
anlarsanız, George Pollard’ı da anlarsınız.”Howard ise,
“Ben Walker mükemmel bir aktör. Zafer elde etme, balina avlama
ihtiyacı ile değil de aile isminin omuzlarına yüklediği bazı
ideallere ulaşma sorumluluğuyla hareket eden Pollard gibi bir
karakterin karmaşıklığını anlayacak zekaya ve sezgiye sahip”
diyor.Walker’ın
canlandırdığı karakterle ilgili yorumu da şöyle: “İlk
kaptanlığıyla bu fırsatı yakalıyor ki bu gayet iyi ve hoş…
ta ki ikinci kaptanlığa Owen Chase atanana kadar. O noktadan
itibaren iki adam arasında yaşanan mücadele, Pollard’ı aile
bağlamı dışında kim olduğunu çözmeye zorluyor. Bence bu çok
ilgi çekici… bir insan doğanın şartlarıyla sınandığı
sırada kendini keşfetmeye çalışıyor.”Hemsworth
bu görüşe katılarak, şunu söylüyor: “Öncesi ve sonrası en
çarpıcı bulduğum yönlerden biri: Hayatta kalan adamlar
yaşadıkları şeye nasıl tepki veriyorlar. Hepsi de maceranın
sonunda başındakinden bambaşka insanlar oluyorlar. Evlerine
döndüklerinde, kendilerine ve dünyaya nasıl bakacaklar? Balina
avcılığına nasıl bakacaklar? Tekrar denize açılıp balina
avlayacaklar mı? Yoksa, ‘Belki bu yanlış bir şeydir. Belki
burada alınacak bir ders vardır’ mı diyecekler.
Kaptan ile
ikinci kaptan arasındaki çekişmede suları durultmaya çalışmak
üçüncü kaptan Matthew Joy’a düşer. Rolü canlandıran Cillian
Murphy, “Matthew; Chase ile Pollard arasındaki gergin ilişkiye
aracı olmaya çalışıyor. Hoşuma giden şey onun sağladığı
geçmiş derinliği. Chase’e yakın olduğu belli; hemen hemen 13
yaşından beri birlikte denize çıkıyorlar. Ayrıca, Matthew’nun
yeni bir sayfa açmış eski bir alkolik olduğunu görüyorsunuz.
Oynaması oldukça ilginç bir karakterdi” diyor.Murphy
senaryo ve yönetmeni de aynı ölçüde ilgi çekici bulduğunu
ekliyor: “Senaryoyu okuduğumda bunun şu sıralar pek
görmediğimiz, büyük ve güçlü bir macera olduğunu hissettim.
Elinizden bırakamadığınız türde senaryolardan biriydi; ve
yatağa gittiğinizde, ertesi gün uyandığınızda hâlâ onu
düşünüyordunuz.”
Murphy
şöyle devam ediyor: “Ayrıca bir de, yıllardır filmlerine
bayıldığım Ron’la çalışma fırsatı söz konusuydu. Setin
atmosferini belirleyenin yönetmen olduğunu ve bunun çekim ekibi ve
oyunculara yansıdığını her zaman söylerim. Bir Ron Howard
setinde, son derece pozitif bir atmosfer olur; üstelik, yapımın ve
her bir karakterin her ayrıntısına dikkat eder. İşte bu coşku
ve sinema keyfi bulaşıcı bir şey. Ondan bunu alıyorsunuz.”
Farklı
kuşaklardan iki oyuncu Thomas Nickerson karakterinin 30 yıl
öncesini ve sonrasını canlandırdılar: Genç Tom Holland,
Essex’le,
ilk
balina avına çıkan 14 yaşındaki miço rolünü; deneyimli aktör
Brendan Gleeson ise çoğu artık görünmez olsa da yaşadığı
ölüm-kalım savaşının izlerini hâlâ taşıyan adam rolünü
üstlendi.
Howard bu
konuda şu açıklamayı yapıyor: “İki Nickerson’ımız bize
hikayenin hem ilginç hem duygusal olan bireysel yönlerini irdeleme
fırsatı sundu. Filmde bir çocuğun gözlerinden aktarılan
maceranın tehlike ve heyecanı, bir adam tarafından hatırlanan
trajedinin travması var.”
Tom Holland
genç Nickerson’ı “tanıdığım en çetin ceviz çocuklardan
biri” olarak niteliyor ve, “Öksüz bir çocuk, kimsesi yok.
Üstelik, bu yolculuğa yıllardır balina avcılığı yapan sert
adamlarla çıkıyor; ve gerçekten de ne yaptığı konusunda hiçbir
fikri yok. Dolayısıyla, yolculuğa merakla ve hazır bir şekilde
başlıyor ama kendisini neyin beklediğini aslında bilmiyor”
diyor.
Otuz yıl
sonra, Nickerson’ın —artık Essex’ten
kurtulanların sonuncusu olarak— peşini hâlâ bırakmayan
olayları anlatmaya zorlandığını görüyoruz. Brendan Gleeson bu
konuda şunları söylüyor: “Bu korkunç şeyi yaşadığında
yalnızca bir çocukmuş ve olup bitenlerin dehşetini hiç
anlatmamış. Yıllar boyunca bastırdığı bu şey aslında onun
yiyip bitiriyor. Nihayet kendini bu konuyla yüzleşmeye hazır
hissettiğinde, içini tamamen boşaltıyor.”
Nickerson’ı
yaşadığı felaket konusunda konuşması için sıkıştıran kişi
Herman Melville adında genç bir yazardır. Charles Leavitt
senaryonun çerçevesini nasıl yarattığını şöyle açıklıyor:
“Essex’in
gerçek hikayesi ile Melville’in büyük Amerikan romanı
Moby-Dick’i
yaratırkenki yazım sürecinin kurgusunu birleştirmek istedim.
Filmin anlatımı Nickerson’ın bakış açısından; ama
Melville’in hayal gücünün nerelerde harekete geçtiğini
seçebiliyoruz.”
Artık
efsaneleşmiş bir yazar olan Melville’i canlandıran Ben Whishaw
şunları kaydediyor: “Film Herman Melville’in gerçeklere
duyduğu açlıkla başlıyor. Söylentiler duymuş ve Essex’te
gerçekte yaşanılanlarla ilgili bir örtbas olduğuna inanıyor.
Benim karakterim, bir bakıma, sonunda Nickerson’a hikayesini
anlattırmayı başarmış olması açısından filmin lokomotifi.
Aralarında yaşananlar bir ruhun karanlık gecesinin aydınlanması
gibi. Gece boyunca her şeyi konuşuyorlar ve sonunda birbirlerine
yepyeni bir gözle bakıyorlar.”
Nickerson,
eşinin (Michelle Fairley) desteği olmasa, yazara içini
dökmeyebilirdi. Gleeson, “Nickerson’ın karısı, kocasına
hikayeyi anlattırması için, Melville’i cesaretlendiriyor çünkü
bunun onlar için tek umut olduğuna inanıyor. Kadın olan
bitenlerin tam boyutunu bilmiyor ama bütün hayatları boyunca
başlarının üzerinde gezen bu kara bulutla yaşamışlar ve kocası
gitgide kötüleşiyor” diyor.
Howard da
şunu söylüyor: “‘In the Heart of the Sea/Denizin Ortasında’
aslında bu erkeklerin hayatlarındaki kadınlarla çok ilgili çünkü
Nantucket’ın ve balinacılık sanayinin tarihinde esas hayatta
kalanlar kadınlardı. Erkekler her seferde senelerce uzakta
oldukları için, adayı çekip çeviren kadınlardı. Çocukları
yetiştirmenin ve evlerini idare etmenin ötesinde toplumu
yönetiyorlardı.”
Kocası
giderken ilk çocuklarına hamile olan ve kocasından döneceğine
dair söz alan, Owen Chase’in sevecen karısı Peggy’yi Charlotte
Riley canlandırdı. Howard’a göre, “Owen’ın karısıyla
ilişkisini görmek onun karakterini anlamamız açısından çok
önemli. Hikaye eve dönmenin bir yolunu bulmaya odaklanınca,
Owen’ın kendi hayatının dışında savaşmaya değer çok daha
anlamlı bir şeyi olduğunu bilmemiz gerekiyor. Önemli olan ailesi
ve sevdiği kadın.”
Pollard ve
Chase’le birlikte denize açılan diğer isimler şöyle: Caleb
Chappel (Paul Anderson); Nickerson’ın ergen arkadaşı Barzillai
Ray (Edward Ashley); geminin aşçısı William Bond (Gary Beadle);
Ramsdell (Sam Keeley); Richard Peterson (Osy Ikhil); Benjamin
Lawrence (Joseph Mawle); ve Pollard’ın kuzeni, dolayısıyla
nüfuzlu bir diğer balina avcısı ailenin üyesi Henry Coffin
(Frank Dillane). Beyaz balinayla ölümcül bir karşılaşma yaşamış
ve Essex
mürettebatını
onları bekleyen tehlikeye karşı uyarmaya çalışan bir İspanyol
balina gemisi kaptanını ise Jordi Mollá canlandırdı.
Canavarlar…
gerçekler mi? Yoksa hikayeler sırf denizin karanlık sırlarına saygı
duymamızı sağlamak için mi varlar?
BALİNA
Hiç
şüphesiz, beyaz balina dramada kilit rol oynuyor; dolayısıyla,
onun yaratımı çeşitli departmanların uzmanlıklarını
birleştirmesini gerektirdi. Howard bu konuda şunları söylüyor:
“Kaşalotların davranış biçimleri ekipçe araştırdığımız
ve analiz ettiğimiz bir şeydi. Bu canlıları daha iyi anlamak için
deniz memelileri uzmanları ve deniz biyologlarıyla görüştük.
Beni en çok ilgilendiren şey, bunun neden
olduğuydu.
Bir geminin amansız bir şekilde bir balinanın saldırısına
uğraması hiç duyulmamış, benzersiz bir şeydi; son derece akıl
almaz bir olaydı. Bu hayvanın kaçınılmaz bir çarpışmaya
varacak derecede zorlanarak, kırılma noktasına geldiğine inanmaya
başladım.”
Yapım
tasarımcısı Mark Tildesley ise, “Balinaların filmde varlığını
hissettirmesi sağlamalıydık. Birkaç beyaz balina görüntüsü
denedik ve muhteşem oldular ama ne yazık ki, düz beyaz renkte çok
gerçeküstü ve sakin görünümlüydüler. Oysa araştırmalarımız
sırasında öğrendik ki pek çok beyaz balina yaşlandıkça deri
kaybı yaşıyorlarmış. Bu yüzden, balinanın rengini koyulttuk
ama derilerinin döküldüğü yerlerin arasından beyazlıkları
görüyorsunuz” diyor.
Görsel
efektler yapımcısı Leslie Lerman ise şunu ekliyor: “Ayrıca,
insanlarla ve diğer yırtıcılarla giriştiği mücadelelerden
ötürü yara izleri de var. Dolayısıyla, görüntüsü yaşadığı
zorlukları yansıtıyor.”
Balina,
Lerman ve GE amiri Jody Johnson’ın başını çektiği görsel
efekt ekibinin yarattığı bilgisayar yapımı görüntülerle
hayata geçirildi. Johnson şunları söylüyor: “Bu iş özellikle
zordu çünkü dev boyutlu ve çok güçlü bir yaratık söz
konusuydu. Sınırları zorlarken izleyiciyi gerçek dünyadan
koparıp fantezi alemine sürüklememeye özen göstermeliydik.
Başroldeki balinayı, ya da herhangi bir balinayı içeren bir
aksiyon sekansı tasarladığımızda, uzmanlara gönderip ne denli
gerçekçi olduklarını tartıştık ve başka önerileri olup
olmadığını sorduk. Bu bize çalışma alanımız için geniş bir
yelpaze oluşturdu. Başroldeki balinayı referans çerçevemizin
dışına çıkaran şey dev ölçüleriydi: 28 metre boyunda,
yaklaşık 80 ton ağırlığında ve 6 metrelik bir kuyruğa
sahipti. Oysa gemicilerin gördüğü diğer erkek kaşalotlar
yaklaşık 15 metre uzunluğunda, yani bu canavarın neredeyse yarı
boyundaydılar.
Paula
Weinstein, balinayı diğerlerinden ayıran tek şeyin cüssesi
olmadığına dikkat çekiyor. “Bana göre, bu balina doğanın
‘Yeter!’ deyişi. Balina avcılarına yaşadığı suları istila
etmeye ve ailesini öldürmeye bir son vermelerini elinden gelen tek
şekilde söyleyen bir koruyucu. Ve yaşadığımız devir
düşünüldüğünde, bu çok önemli. Bence izleyiciler Chase,
Pollard ve diğer adamların hayatta kalıp eve gitmelerini
isteyecek, ama bir yandan da balinayı alkışlayacaklar. Filmi çok
daha ilginç kılan da işte bu duygu karışımı.”
Balina
yağının şehirlerimizi daha önce hiç olmadığı gibi
aydınlatabildiği keşfedildiğinde, küresel bir talep oluştu. Bu,
insanoğlunu mavi bilinmeyenin daha derinlerine itti.
0 yorum:
Yorum Gönder