Filmin konusu şöyle; bir ilkokulda öğretmenlik yapmakta
olan Magda, meme kanserine yakalandığını öğrenir. Daha önce de
yakalanıp iyileştiği hastalığın bu kez epeyce ilerlediği
ortaya çıkar. Magda yaşadığı bu zor günlerde en yakınlarının
neşesine güvenmektedir: Bunlar, 10 yaşındaki futbol delisi oğlu,
bir türlü şarkı söyleyemeyen jinekoloğu ve karısını ve
kızını bir kazada kaybeden ve Magda’nın hayatına aniden
giriveren bir adamdır… Hayattan alabildiğince keyif almanın
derdinde olan Magda, bunu yanındakilere de geçirmek ister.
Kendisine 6 aylık ömür biçildiği gün hamile olduğunu öğrenir
ve kaderini değiştirmeye karar verir.
Yönetmenin filmle ilegi görüşelri ise şöyle... “Ma Ma”nın büyüsü, Magda’nın
hayatındaki trajediyle yüzleşmesi duygusunda yatıyor. Bu duygu,
iki farklı anda karşımıza çıkıyor. Biri geçer geçmez
ikincisi onu takip ediyor. İlk duygu ona çok hasta olduğunu
söylerken ikincisi bundan kurtuluşu olmadığını söylüyor. Sağ
göğsündeki kanser tedavi edilebilirken, sol göğsündeki kanserin
çaresi yok.
“Ma Ma”, bu metaforla iki farklı
şekilde anlatılmış oluyor. İlk “ma”, hastalığın
üstesinden gelme, kumda sürünen yengeçlerin sırtlarında
taşıdıkları korkuya rağmen denize ulaşmalarının hikâyesi.
İkinci “ma” ise, kesin bir trajedi. Yengeçler artık
durmuyorlar. Natasha onları beyaz, çocuksu elleriyle kavrayıp
denize fırlatsa da durmuyorlar. Ancak gerçek hiç de böyle bir şey
olmasa da jestler önemli hale geliyor, Natasha’nın simgelediği,
yengeçler onu götürdüğünde Magda’nın geride bırakacağı
yaşama vaadi önem kazanıyor.
“Ma Ma”nın iki bölümü de
kendine has yapılara sahip. Ama iki bölüm arasında bir simetri
var. İkisi de karanlık bir başlangıca sahip; ikisi de jinekoloğu
Julian’ın verdiği trajik meme kanseri haberleriyle başlıyor.
Her iki bölümün de ortasında ve hikâyenin çözülme bölümünde
Magda’nın etrafındaki karakterler birçok şey yitirirken birçok
şey de öğreniyorlar. Ya da bir şeyler yitirerek başladıkları
hikâyede bir şeyler kazanıyorlar… Ama bu kazanımları ne kadar
fazladır? Burada mühim olan nicelik değil niteliktir. Hikâyenin
yaptığı tam da bu, Magda’nın mirasını, onun küllerinden
doğan yeni ve zengin bir hayatı ortaya çıkarmak.
“Ma Ma”, 2012’den 2013’e uzanan
ve iki yaz boyunca süren bir hikâye. Magda, daha 40 yaşında bile
değildir. İlkokul öğretmenidir. Filmin başında göğsünde bir
kitle fark ettiği için doktoruna gider. Eylül’de işsiz
kalacağını biliyordur; üç ay önceden bu konuda
bilgilendirilmiştir. İşten çıkarılacağı haberini aldığı
gün kuaförde, oğlu Dani’nin babasının ondan ayrıldığını
mesaj ile bildirir. Oğlu harika goller attığı sezonun son maçını
oynarken, doktoru sol göğsünde iki karsinom olduğunu söyler.
İlk günden itibaren Magda’nın
hayatı sarsılmaya ve etrafındakileri de etkilemeye başlar.
Hayatının merkezine aldığı oğlunun yanına iki yeni erkek
eklenir. Jinekoloğu Julian ve büyük acıları omuzlamış Arturo.
İlk adam, hastalığını teşhis edip ilaçlarla hastalığı yok
etmeye çalışan, sevdiği şarkılardan kupleler okuyan, sağ
göğsünü alıp yaz ayını bir sahil kasabasında geçirmesini
sağlayandır.
Arturo ise Dani’yi oynarken izleyen,
Real Madrid altyapısında çalışan bir yetenek avcısıdır.
Magda’ya oğlunun parlak bir geleceği olduğunu söyler. Bu umut
dolu haberin ardından Magda, Arturo’nun trajedisine tanık olur.
Adam, bir trafik kazasında kızının öldüğünü ve karısının
komada olduğunu öğrenir. Magda, Arturo’yu rahatlatmaya,
kendisinden daha zor durumda gördüğü, ondan daha fazla şeyini
kaybeden bu adama kendi tedavi süreci boyunca destek olur.
Arturo’nun eşi hayatını kaybedip Magda ameliyat olduktan sonra
ikili yeniden bir araya gelir. Daha doğrusu bir trajedi onları bir
araya getirir ve birbirlerini bırakmazlar.
İlk “ma”daki yüce deneyimin ilk
anından itibaren Magda’nın kişiliği değişmeye başlar. Daha
yaşam dolu daha esprili biri olur. Başkalarıyla paylaştıkça
daha kırılgan bir mutlulukla dolar. Magda’nın kraliçe olduğu,
merkezinde Dani ve köşelerinde Julian ile Arturo’nun yer aldığı
bu içten üçgende içinde, ikinci “ma”yı oluşturan bir şeye
can verir. Kızına, Julian’ın evlatlık edinmek isteyip
edinemediği Sibiryalı kızın adını, Natasha ismini vermek ister.
Ölümcül hastalığa yakalanan Magda Natasha’ya hamile
kaldığında, altı aylık ömrü kalmışken kaderine meydan okur.
İçindeki canla ölüme yaşamla meydan okur.
Magda, ruhun da öldüğüne inanır.
Hayata, şu anın varlığına inanır. Sesine yerleştirdiği
öğretmen edasıyla Dani’ye, hayatta tek yapmamız gereken şeyin
olabildiğince mutlu olmak ve etrafımızdakileri de buna
cesaretlendirmek olduğunu söyler. Bu basit tavsiye, hayat dolu “Ma
Ma”nın tinsel merkezidir.
Magda’nın iç dünyasının dışında
kalır dünyanın kalanı. İspanya’nın 2012 yazında
yaşadıklarının ipuçlarını görürüz. Ekonomik krizin en kötü
yılında İspanyol hükümeti, kurtuluş reçetesi olarak sunulan
yaptırımları kabul etmeye zorlanırken, futbolda İspanyollar
Avrupa Şampiyonası’nı kazanır. Dünyanın en iyi takımı ilan
edilirler. Halkın özgüveninin dibe vurduğu bir dönemde haberler
ülke futbolunun başarısından bahseder. Yıkıcı krizin, artan
işsizliğin ve sağlık sistemindeki kesintilerin her birini Magda
iliklerinde hisseder. Böylece hastalığı İspanya’nın durumu
için, onun hayat dolu görüntüsü de bu duruma duygusal bir çare
olarak bir metafor halini alır.
2013 yazında Julian sahneye çıkar ve
Nino Bravo’nun “Vivir” şarkısını söyler: “Bu şarkı
senin için Magda. Güzel çılgınlığına. Bize verdiğin ve bize
bıraktığın her şey için teşekkürler.” Evet bu güzel
çılgınlık, Magda’nın oğluna bir kız kardeş ve kızını
kaybeden Arturo’ya bir kız çocuğu vermeye karar vermesidir.
Magda, Arturo’nun Dani ve Natasha’ya iyi babalık edeceğinden
emindir. “Senin çocukların, benim çocuklarımdır,” der adam
ona. “Ve benim Tanrım sensin,” diye karşılık verir Magda.
Artık bir aile olmuşlardır. Aynı
yere gidip tatillerini geçireceklerini hayal etmek artık zor
değildir. Magda’nın ruhuna kaç kere, “Acı içindeyken hep
ileriye bakmak, ağlamak, savaşmak ve kahkahalara boğulmak…
Yaşamak budur, yaşamak budur, budur yaşamak…” seslenir
Natasha, Dani, Arturo ve Julian?
PENELOPE!
2006 kışında Düsseldorf Sanat
Müzesi’ni ziyaret ettiğimde rahatsız edici bulduğum bir heykele
hatırladım. Thomas Schütte’nin “Brozen Frau No:6”. Bronzdan
kadının içinde hayatı ve ölümü aynı anda taşıyan acı
içindeki kadının imgesi, “ma ma”nın çıkış noktası.
O heykeli sadece bir kez gördüm.
Sonrasında internette bile bulamadım. İspanya’dan döner dönmez
o acılar içindeki dişi kurda Magda adını koydum. Onun
senaryosunu yazmaya başladım. İçinde aynı anda hem ölümcül
bir şeyin, hem de hayat veren bir şeyin büyümesini anlattım. Yaz
geldiğinde senaryonun ilk halini tamamlamıştım. 2014 sonbaharına
kadar 8 yıl boyunca ilk koyduğum çekmecede kaldı. Senaryoyu
Penelope’ye verdiğimde bu karakteri canlandırmak istediğini
söyledi hemen. Sanattan bir başka sanat yarattı. Penelope projeye
katıldığı andan itibaren bana ilham geldi. Daha çok yazdım ve
Magda önce benim elimde büyüyüp gelişti; taze, özgün ve hayat
dolu bir hal aldı… Daha önce üç kez çalıştığım Penelope
Cruz’da olduğuna inandığım her şey… Sonra hikâyeye o da
yeni öneriler getirdi. Önerileri o kadar açık, gerçekçi ve
sağlamdı ki karakterin kavrayışını ve kendini ifade edişini
geliştirdi.
2015 baharında “Ma Ma” için motor
dedik. Kolay bir prodüksiyon olacağını biliyorduk. Çok fazla
yapım elementine ihtiyacımız olmayacaktı. Merkezinde bir kadının
yer aldığı etrafında üç erkeğin olduğu dramatik, duygusal ve
narin bir film olacaktı. Keşfedilmesi gerekecekti. Hiâyeyi nereden
anlatmaya başlayacağımı bilmeliydim. Görünmez olanı bulup
merceğimi oraya odaklamalı ve bunu bulduktan sonra bu maceradaki
yoldaşlarım, destekçilerimle “Ma Ma”nın dört payandasını
paylaşmalıydım. Bu payandaların ilki, Luis, Asier ve Teo
Planell’in performanslarıyla eşlik ettiği Penelope Cruz’un
performansıydı. İkincisi, Kiko de la Rica’nın ellerindeki ışık;
üçüncüsü Monste Sanz’ın Carlos Diez’in kostümleriyle, Ana
Lazano’nun makyaj ve Massimo Gattabrussi’nin saç tasarımlarıyla
destek verdiği sanat yönetimiydi. Dördüncü payanda da Alberto
Iglesias’ın müzikleriydi. Bu harika kadroyu kurduktan sonra ne
olduğunu bilmeden hayallerimdeki filmi, kalıcı olacak filmi
aramaya başladım. Film, sürekli araştırıp hesap yaparak
yapılır.
Baştan beri trajik öğelerin üstünü
çizmemeye, hikâyede karanlık yerler bırakmamaya, acıyı
sömürmemeye, hikâyeyi sulu göz bir yola sokmamaya gayret ettim.
Karakterler gözyaşlarını tutacaktı; ama bazı sahnelerde ne
oyuncular ne de ekip gözyaşlarına hakim olabiliyordu. Tabi bu
sahneleri attık, onları bizim deneyimlerimiz olarak kalacak.
Amacımız her zaman ışığı
aramaktı. Görünmesi en zor olduğu zamanlarda bile. Hikâye çok
sıkıştığı yerlerde bir delik açıp kurtarmak gerekiyordu. Ama
oradan ne kadar ışık sızmalıydı? Olabildiğince az ama içindeki
hayatı göstermeye yetecek kadar. Yumuşak, hatta bazen tatlı
olmalıydı. Ayrıca ahengi ve güzelliği aradık. Gerçek acımasız
bir hal alıp ondan kaçamadığımızda gördüklerimiz de aynı
sertlikte oldu.
“Ma Ma” gibi bir filmde doğru
ölçüleri tutturmak kolay olmadı. Baştan beri bunun bir risk
olduğunu; çözülemeyebileceğini, hatta tehlikeli olabileceğini
biliyorduk. Bunlardan biri birçok kadının ve yakınlarının
hayatında olan meme kanseri ve ölüm arasındaki karanlık
ilişkiydi. “Ma Ma”da ölüm ufukta belirince ne kadar üzülsek,
depresyona girsek, hayat anlamsız hale gelse de geride bıraktığımız
hayat daha güçlü, daha asil bir hal alır. Bu konuda hayata yeni
bir değer, hatta hak ettiğinden fazla bir değer veririz. Onu silip
yok edecek ölümden bahsederken, elimizdeki hayatın tadını neden
çıkarmayalım?
Bir başka tuzak da Magda’nın kocası
dışında herkesin “iyi insanlar” olması. Kötü karakterler
yok, çünkü büyüyen bir kötülük, kanser var ve herkes onunla
mücadele edip içindeki iyiyi ortaya çıkarmaya çalışıyor.
Böylece hiçbirinin hak etmediği bir kötülükten, hiçbirinin
suçlusu olmadığı bir trajediden doğan katarsis içinde dört,
hatta Magda’nın rahminde büyüyen çocuk ile birlikte beş
karakter arasında bir aşk filizleniyor. Bu anlamda “Ma Ma”, bir
aşk hikâyesi.
Meme kanseri gibi hassas bir konuyu
anlatmanın birçok yolu var ve “Ma Ma” da kendi bildiği şekilde
yapıyor bunu. Film bittiği için, filmin bu konuda doğru ölçüyü
bulduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Kiko de la Rica’nın
görüntü yönetmenliğinin “Ma Ma”yı şeffaf bir film haline
getirdi. İçine düştüğü trajediye karşı, yaşadığı
talihsizliğe rağmen mutluluğu arayışında takındığı hayat
dolu tavrı yansıtan yumuşak ve kırılgan bir ışık kullanımı
bu… Bu atmosferde Montse Sanz’ın (Magda’nın bronz heykelini
görenlerden biri) yarattığı seti buluyoruz. Julian’ın ofisinde
olduğu gibi parlak odalar veya Magda’nın yeni ailesiyle yaşadığı,
anılardan arınmış evi… Karanlığın girişine yaşamın
kıyısına inşa edilmiş odalar… Işık ve odalar bizi trajediden
ne kadar uzaklaştırıyorsa Alberto Iglesias’ın piyanoda kendi
çaldığı minimalist müziği saygı dolu bir bakışla bizi
hüzünlere boğup aşka çekiyor ama birden neşeli bir hal alıp
sizi güldürüyor.
Luis Tosar’ı her zaman
beğenmişimdir. Filmdeki ağırbaşlı oyunculuğu karşısında
hayrete düştüm. Elindeki az malzemeyle bu kadar büyük iş
çıkaran oyuncu görmedim. Gözlerinin ardında bir sır saklıyormuş
gibi. Gücünü derinlerden alıyor ve hiç çaba sarf etmeden
karşısındaki etkiliyor. Asier Exteandia ise neredeyse tersi bir
oyunculuk sergiliyor. Geçen yıl onu bir oyunda seyrettim ve
Magda’nın jinekoloğunu oynayıp ara sıra da şarkı söylemesini
istedim. Böylece filmi tam anlamıyla “yaşam şarkısı”na
çevirecekti. Asier, yorulmak nedir bilmeyen fedakâr bir oyuncu. Ve
inanılmaz bir zarafete sahip.
Penelope’ye tekrar dönmeme izin
verin (onu sona sakladım). Her şeyin merkezinde o var. Her şeye ve
herkese anlam veren; Thomas Schütte’nin bronz kadınından diğer
oyunculara, ekibe, bana ve herkese anlam katan bir kadın. Bir
hatıradan doğan ilhamın “Ma Ma”nın görüntülerine dönüşü,
yirmi dört yıllık yönetmenlik kariyerimin en inanılmaz
deneyimiydi.
Penelope’nin performansı o kadar
muhteşemdi ki, bu kadarını ne ilhamım geldiğinde ne senaryoyu
onun için yeniden yazdığımda ne de en iyiyi arayıp keşfetmeye
çalıştığımda tahmin edebilmiştim. Her gün yaptığımız
çekimlerde (filmin her sahnesinde o var çünkü), yeteneği
karşısında tekrar tekrar büyüleniyordum. Yaratıcılığı,
hisleri, kolay bir doğası olması, ikna yeteneği… Hepsi spontan
şeyler. “Ma Ma”nın Magda hakkında olmadığını, Magda’ya
ait olduğunu söylemiştim. Şimdi de şöyle diyorum; “Ma Ma”nın
Penelope hakkında olmadığını, bizzat o olduğunu, ondan
yaratıldığını söylüyorum. Onun hayata katkısı, güzelliğe
katkısıdır. Penelope’nin performansı başlı başlına paha
biçilemez bir sanat eseri. Seninle birlikte olan herkes adına sana
teşekkür ediyorum sevgili Penelope!
PENELOPE CRUZ
“VICKY CRISTINA BARCELONA”daki
rolüyle Oscar kazanan Penelope Cruz, İspanyol sinemasının son
yıllarda çıkardığı en büyük yıldız. İspanya’da Almodovar
ile ortaklığıyla bilinen yıldız oyuncu Hollywood’a geçtikten
sonra yer aldığı projelerle ne kadar isabetli kararlar aldığını
gösteriyor. Önemli filmleri arasında; “LIVE FLESH”, “OPEN
YOUR EYES”, “TODO SOBRE MI MADRE”, “BLOW” , “VANILLA
SKY”, “DON’T MOVE”, “VOLVER”, “LOS ABROS ROTOS”, “TO
ROME WITH LOVE” var.
LUIS TOSAR
İspanyol sinemasının en iyi karakter
oyuncusu Luis Tosar, “GÜNEŞLİ PAZARTESİLER”, “CELDA 211”,
“EVEN THE RAIN”, “THE LIMITS OF CONTROL” ve “SLEEP TIGHT”
filmlerindeki rolleriyle ön plana çıkıyor.
0 yorum:
Yorum Gönder