İlk gösterimini yaptığı Cannes Film Festivali’nde izleyenleri şaşkına çeviren ve Filmekimini’nin bu yıl en çok izlenen filmlerinden biri olan THE LOBSTER, bekar olmanın yasa dışı olduğu distopik bir geleceği 0rijinal senaryosu ve büyüleyici görselliğiyle beyazperdeye yansıtıyor. Karısı tarafından terk edilen David, kendisi gibi bekar insanların eş bulmak üzere yerleştiği bir otelde kalmaya başlar. Ruh eşini bulması için 45 günü vardır ve eğer bunu başaramazsa seçeceği bir hayvana dönüştürülecektir. Otelin absürt kuralları, aynı kaderi paylaştığı insanların kara mizah dolu halleri ve ceza olarak sürüleceği ormandaki asilerin korkusu bir araya gelince çaresiz kalan David, düzene ayak direyerek yılın en özgün filmine imza atacak hikayesini baştan yazmaya karar verir. Colin Farrell, Rachel Weisz, Léa Seydoux ve Ben Whishaw gibi yıldızları distopik bir aşk hikayesinde buluşturan ve modern bir başyapıt olarak nitelendirilen THE LOBSTER, Köpek Dişi ve Alpler filmleriyle geniş hayran kitlesi yaratan Yorgos Lanthimos’un imzasını taşıyor.
YAPIM ÖNCESİ
The Lobster, ikinci filmi Dogtooth ile Cannes Film
Festivali’nde Un Certain Regard Ödülü’nü kazanan Yorgos Lanthimos’un İngilizce
çektiği ilk film. Yönetmen, aynı zamanda Dogtooh ile En İyi Yabancı Film
Oscarı’na aday olmuştu. Lanthimos’un üçüncü filmi Alps, Venedik Film
Festivali’nde En İyi Senaryo Ödülü olmak üzere bir çok uluslararası ödüle layık
görülmüştü. The Lobster, Yorgos Lanthimos ve uzun süredir beraber çalıştığı
ödüllü senarist Efthimis Filippou tarafından yazıldı. Filmin çekimlerinin
tamamı İrlanda’da yapıldı. Cannes Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü kazanan ve
gösterildiği festivallerde izleyenleri oldukça etkileyen The Lobster, İngiliz
Bağımsız Film Ödülleri’nde de En İyi Film ve En İyi Yönetmen dahil olmak üzere
toplam 7 dalda aday gösterildi.
OYUNCU SEÇİMİ
Prodüktörlerden Ceci Dempsey cast direktörü Jina Jay ile
çalışmaları üzerine şunları söylüyor: “Hem fırtınalı hem de oyuncu seçimi
açısından rüya gibi bir süreçti. Olan bitenleri gözlemlemek çok keyifliydi.
Kadrodan anlayabileceğiniz gibi oyuncuların bir çoğu zaten Yorgos’un daha
önceki filmlerinin çalışma şeklinin büyük hayranıydılar. Sette güvene dayalı
bir ortam yaratıyor. Bunun sonucunda da ortaya büyüleyici performanslar çıkıyor.”
Bir diğer prodüktör Ed Guiney de Yorgos Lanthimos’un aktörler arasında bir çok
hayranı olduğunu ifade ediyor ve ekliyor: “Bir çok oyuncu Lanthimos’un önceki
filmlerini çok seviyor. Dogtooth da bir çok ülkede gösterilmişti. Onun yarattığı
dünya ve anlatmak istediği şey oyuncuları çekiyor. The Lobster için castı bir
araya getirirken de çok iyi geri dönüşler aldık. Projeyle birbirinden ilginç
isimler ilgilendi. Şansımız da tuttu doğrusu. Colin Farrell ve Rachel Weisz gibi
iki ismi kadroya dahil etmeyi başardık.” Prodüktörlerden Lee Magiday de oyuncu
kadrosundan fazlasıyla memnun: “Colin hikayeyi beğenince çok sevindik. Yorgos
ile çalışma konusunda da çok arzuluydu. Yorgos, Colin ve Rachel ile birlikte
çalışma konusunda başından beri çok ısrarcıydı. Biz de – kadrodaki diğer
oyuncularda olduğu gibi – onlardan olumlu geri dönüşler aldığımız için
kendimizi çok şanslı hissettik. Yorgos’un oyuncularla ve elindeki malzemeyle
kurduğu bağ gerçekten fazlasıyla kendine özgü.”
Dempsey Colin Farrell’in karakteri hakkında şunları
söylüyor: “Yorgos her şeyi çok fazla ortaya sermiyor. Kişinin kendisinin
çözmesini bekliyor. The Lobster’ı David’in gözlerinden seyrediyoruz çünkü otele
getirilen, o. Gizemli de bir karakter. Bunu bilerek yapmıyor, doğası böyle.
Basit bir karakter gibi yansıtılıyor ama çok ani, beklenmedik ve kışkırtıcı
davranışları var. David’den gözümüzü ayırmıyoruz çünkü bu onun hikayesi.
Bilinmezleri olan bir adam ama bir taraftan sırf bu özelliği yüzünden aslında
herkes gibi biri.” “Daha önce hiç canlandırdığım bir karakterin geçmişi
hakkında bu kadar az fikrim olmamıştı.” diyor Colin Farrell ve ekliyor: “Ve bu
bir şikayet değil. Yorgos ile ilk konuşmaya başladığım andan itibaren
karakterin geçmişini hiç önemsemediğini anladım ve bu çok hoşuma gitti.
Anlatılan dünya kendi için zaten çok bütünlüklü ve bizim bildiğimiz hiçbir
sosyal yapıyla alakası yok. Tabii ki tanıdık yanları var ama film konuya o
kadar başka bir yerden bakıyor ki en azından benim 37 yıllık hayatımda gördüğüm
hiçbir ortamla arasında paralellik kuramazsınız. Hikayeye çok keyifli bir
belirsizlik hakim.” Farrell canlandığı karakter David’i bize şöyle tanıtıyor:
“İlk sahnede görüyoruz ki David karısı tarafından terkedilmiş. Dolayısıyla çok
ağır bir yalnızlık hissediyor. Filmde bizi üç ayrı dünyaya birden götüren tek
karakter. İlk önce şehir daha sonra otel, sonrasında orman ve son olarak yine
şehre dönüyor.”
ÇEKİM AŞAMASI
Çekimin çoğu aşaması sıradışıymış. “Her şey alışılmışın
dışındaydı.” diyor Farrell. “Çalışma düzeni de değişikti. Çok hızlı hareket
ettik ki bu çok iyiydi.” Ekibin uzun uzun prova yapma lüksü yokmuş. Fakat bu
bir engel olmaktan çok daha maceracı bir çalışma şeklinin yolunu açmış. “Yorgos
sahneler öncesinde sadece bir kez prova yapardı ve bazen o prova çekimi yeterli
olurdu.” diyor Magiday. “Yeni tek prova üzerine çekim düzeniyle ilerledik.
Yorgos doğaçlama yapmayı çok seviyor. Senaryoda yazana da çok önem veriyor ama
o gün setteki enerji neyse ona göre hareket ediyor.” Dempsey konu hakkında
şunları söylüyor: “Provada oyunculara herhangi bir şey dikte edilmediği için
spontane performanslar ortaya çıkıyor ve bunlar filmin enerjisine normalde
bulamayacağınız miktarda katkıda bulunuyor.”
Dogtooth ve Alps filmlerinde Lanthimos’un bütçesi çok
kısıtlıymış ama bu ona filmlerinin üzerinde tamamen kontrol sahibi olma
fırsatını vermiş. The Lobster’da ise ilk kez İngilizce çekmenin yanı sıra
kendini ilk kez anavatanı Yunanistan’ın dışında film çekerken bulmuş. Ekibinde,
görüntü yönetmeni Thimios Bakatakis ve editör Yorgos Mavropsaridis dışındaki
herkesle ilk defa çalışmış. “Yorgos sette olabildiğince doğal bir ortam
oluşturmak istiyor. Sürekli durup tekrar başlamaktansa kendini çekimin ritmine
kaptırıp sahneleri arka arkaya çekmeyi, aktörlerle yakaladığı enerjiyi
kaybetmeden çalışmayı tercih ediyor.” diyor Magiday.
Film neredeyse tamamen doğal ışıkla ve aktörlere makyaj
yapmadan çekilmiş. John C. Reilly konuyla ilgili şunları söylüyor: “Sadece gece
çekimlerinde ışık kullandık. Herkesin makyajını çıkarttırdılar. Yorgos ve
Thimios birbirlerini çok iyi tanıyorlar. Filmde çok büyük bir zanaat havası
var. Basit bir yöntem ama çok etkili. Sinematografiye ve filmin genel haline
çok değişik bir tarz hakim. Bu filme benzer bir örneği ancak Kubrick
filmlerinde bulabilirsiniz. Orada da olaylar çok garip bir dünyada geçmelerine
rağmen çok doğal ve gerçekçi bir şekilde ilerlerler. Bu filme de çok karanlık
bir mizah hakim. Rahatsız edici ama bir taraftan çok komik bir yanı var.”
Ben Whishaw’un da konuyla ilgili yorumları benzer: “Bu role
çok hazırlanamadım çünkü hikaye çok sıradışı bir dünyada geçiyor. Filmden bağımsız
bir çalışma yapmak çok zor. Sanırım Yorgos da böyle olmasını tercih ediyor.
Oyuncuları belli bir belirsizlik içerisine hapsedip rollerinin üzerinde gereğinden
fazla düşünmelerinin önüne geçiyor.”
Lea Seydoux da Ben
Whishaw’a katılıyor: “Yorgos’un direktiflerine uymak zorundasınız. Rolümün
üzerinde çok düşünmemeye çalıştım çünkü hikaye zaten gerçekte var olmayan bir
dünyada geçiyor. Sadece iç güdülerime göre hareket ettim ve hayal gücümü
kullanmaya çalıştım”
“Bu filmin genelde oyuncu olarak kendinize sorduğunuz
geleneksel sorularla ve içinden geçtiğini her zamanki süreçle hiçbir alakası
yok.” diyor Colin Farrell. “Olabildiğince az şey katmalısınız çünkü her bir
kelime, sahne ve karakterlerin iç dinamikleri o kadar özenle yazılmış ki bir
aktör olarak ne kadar az yeni fikir geliştirirseniz o kadar iyi. Çekim süreci
gerçekten kendimi geride tutma ve elimdeki materyale bırakma konusunda ilginç
bir antrenman oldu.”
0 yorum:
Yorum Gönder