• SON HABERLER

    18.01.2016

    Diren

    SÜFRAJET: Kadınlara seçme ve seçilme hakkını kazandırmak için mücadele eden kadınlara verilen ad.

    Maud (Carey Mulligan), hastalıklara ve yaralanmalara sık sık rastlanan bir çamaşırhanede 7 yaşından beri çalışmaktadır. Aynı çamaşırhanede çalışan George (Ben Whishaw) ile evlenen Maud’un hayatta en büyük dayanağı oğlu Sonny’dir.
    Bir paketi teslim etmeye giderken eylem yapan süfrajetlerin arasında kalan Maud, eylemciler arasında kendisiyle aynı çamaşırhanede çalışan Violet’ı (Anne-Marie Duff) görür. Maud’un harekete olan ilgisini fark eden Violet, onu süfrajet hareketine ve oy haklarını savunmaya ikna etmeye çalışır. Tüm risklerin farkında olan Maud, oy hakkı olmadan kadınlar için iyi bir gelecek olmayacağını anladığında, ilham verici bir lider olan kimyager Edith (Helena Bonham Carter) ile tanışır ve hareketin içine daha fazla girer.
    Bundan sonra süfrajetlerin içinde hem sözcülük yapması hem de eylemlerde ön plana çıkması nedeniyle göze batan Maud, bir gösterinden sonra tutuklanır ve bir hafta boyunca hapiste kalır. Bu travmatik deneyim boyunca tanıştığı süfrajetlerin adanmışlığı onu hem ürkütür, hem de hayran bırakır. Kendini hareketten ne kadar uzak tutmaya çalışsa da, bu adaletsizliğe karşı duyduğu öfke, onu hareketin içine daha çok çekip hareketin lideri olan Emmeline Pankhurst (Merly Streep) ile tanışmaya dek götürür.
    Maud’un süfrajet hareketi içinde kazandığı konum, Müfettiş Steed’in (Brendan Gleeson) de gözünden kaçmaz. Süfrajetlerin eylemlerini ciddi bir tehdit olarak gören hükümet, her yola başvururken, yenilikçi bir aygıt olarak fotoğraf makinesiyle şüphelileri belirlemeye başlar. Müfettiş Steed, bu şekilde takibe aldığı hareketten izole edilen ve ailesinden kopmuş Maud’un kendisi için ajanlık yapacağına inanmaktadır…

    DİREN!
    100 YIL ve ÖTESİ
    Yönetmen Sarah Gavron, uzun süredir Süfrajet hareketi üzerine bir film çekme arzusundaydı. “İngiliz basını ‘süfrajet’ kelimesini, süfrajet hareketine katılan kadınlarla dalga geçmek için kullanıyordu. Ancak hareket, bu kelimeyi kabullendi. Süfrajetler, telgraf tellerini kesip, posta kutuları patlatarak iletişim ağlarını kesiyorlar, mülklere saldırıyorlardı. Artan devlet şiddetine karşın eşitlik mücadelelerine dikkat çekmek için atıldıkları hapishanelerde açlık oruçlarına başlıyorlardı. Bu sıra dışı ve muhteşem hikâyenin hiç anlatılmamış olması beni çok şaşırtıyordu. Kadınlardan kurulu bir ekiptik ve konuyu hemen sahiplendik.” Gavron, Diren!’de çalıştığı yapımcılar Alison Owen ve Faye Ward ve senarist Abi Morgan ile 2007’de Brick Lane’de de çalışmıştı. Alison Owen, “Bir arkadaşımla kadınlara ne kadar az başrol verildiğinden, verildiğinde de etraflarının nasıl erkeklerle doldurulduğundan konuşuyorduk. Kimsenin Süfrajetler hakkında neden bir film yapmadığını merak ediyorduk. Süfrajet hareketi İngiltere’de, Amerika’da olduğu gibi ‘hanımefendilerin’ bir araya geldiği bir topluluk algısına sahip değildi. Buradaki hareket daha mücadeleci, daha gerillavariydi. Tam da işlenecek bir konu!” diyor.
    BFI Film Fund’un direktörü Ben Roberts, “Zaman zaman Diren! gibi tüm parçaları mükemmel bir uyum içinde olan projeler gelir. Toplumsal eylem ve değişim anlamında önemli bir hikâye olduğu kadar, kendi ‘sorunları’nın gölgesinde kalmayan bir hikâyeydi. Abi senaryosuna gerilimi, duyguyu ve korkutucu sahneleri ekleyerek bu sorunu aşmıştı. Sarah, Faye ve Alison’ın tutkusu, bu hikâyeden önemli bir film yapılabileceği güvenini verdi ki, toplanan ekip de bunun kanıtı.”
    Gavron, ekibin ilham kaynaklarını şöyle açıklıyor: “1912’de yaşayan sıradan bir işçi kadının hik3ayesini anlatmak istiyorduk. Yoğun bir araştırma yaptık. Hiç yayınlanmamış günlükleri ve hatıraları, polis kayıtlarını ve akademik yazıları taradık. Bunlar üzerinden Maud karakterini yarattık.”
    Bir kadının tarihin önemli bir döneminde geçen hikâyesini anlatma fikri, iki tarihi figürün hayatlarını anlatan Iron Lady ve The Invisible Woman filmlerinin senaryosunu yazan Morgan için oldukça ilgi çekiciydi.
    “Herkesin bildiği birinin hikâyesini yazmak istemiyordum artık,” diye itiraf ediyor Morgan. “Ama Emmeline, Christabel ve Sylvia Pankhurst olmadan Süfrajet hareketini nasıl anlatabilirdik ki? Hikâyeyi sıradan, adı sanı bilinmeyen bir kadının gözünden anlatmanın, adaletsizliğin insanları nasıl radikalleştirdiğini, insanların nasıl aşırıya kaçabileceklerini ve bir ideal uğruna her şeylerini nasıl feda edecekleri anlatmanın daha ilgi çekici olacağını düşündüm.”
    Ama Morgan’ın Maud’un hikâyesini bulması kolay olmadı. “İyi bir film, dışarıda bıraktıklarınızla tanımlanır. Çoğu zaman sevdiğiniz şeyleri atmalısınız, özellikle böyle geniş bir konuyu anlatıyorsanız. Senaryonun ilk halini Romola Garai’nin oynadığı üst sınıftan bir kadın olan Alice için yazmıştım. Harika bir karakter olsa da, işçi sınıfı kadınlarından ayrı bir yerde duruyordu. Sarah’ın akıllıca ‘Bence Maud daha ilginç bir karakter,’ demesiyle ona yöneldim.”
    “İzleyiciye hitap edebilecek bir şeyler yapmayı istiyorduk,” diyor Gavron. “Hepimizin anlayabileceği duyguların içinde, hepimizin bildiği şeyleri tecrübe eden bir karakter. Abi, dağ gibi bir araştırmanın içinden siyasi bilinci yavaş yavaş gelişen, dönemine ait özgün bir kadın portresi ortaya koydu.”
    “Bu kadınların, kendi zamanlarının bu kadar ötesinde olması bizi afallattı,” diyor Gavron. “Toplumun tüm tabu ve yerleşik algılarını kırıyorlardı. Ancak bu, toplumsal bilincin çok küçük bir parçasında geçerli. Derinlere bir yerlere gömülmüş. Okulda, Süfrajetlerin yaptıklarıyla ilgili kapsamlı bir eğitim almadım. Ne bombalama eylemlerini ne mülklere saldırmalarını… Ne polisin şiddetli cevabını, ne de kadınları dövüp zorla yemek yedirmeye çalışmalarını… Anlatılmamış bir hikâye gibiydi.”
    Carey Mulligan, “Bizim adımıza verilmiş bir savaşın meyvelerini bugün topluyoruz; ama çok az insan bu hikâyeyi biliyor,” diyor.
    SÜFRAJETLER SESLERİNİ BULUYOR
    Abi Morgan, 12 Years A Slave’de Carey Mulligan ile çalışmıştı. “Karakterinin diyalogları ne kadar az olursa olsun, onlara özgünlük ve sahicilik kazandırmayı başaran ender oyunculardan.”
    “Carey’in bir role bürünme konusunda inanılmaz bir yeteneği var,” diyor Gavron. “O kadar sahici, kendini o kadar güzel izlettiriyor ki. Kamera karşısında sıra dışı bir duruşu var. Rolü için yoğun bir araştırma yaptı; ama provalar ve çekimler sırasında harika fikirler geliştirdi. Abartılı olmayan, gerçeklere yakın bir film istiyorduk ve bizi çok iyi anladı.”
    Carey Mulligan, “Etrafımdaki kimse, ne açlık grevlerinin ne de kadınların sanat galerilerine ve binalara gerçekleştirdiği şiddetli saldırılardan haberdardı. Bu projeye katılana kadar bunları ben de bilmiyordum,” diyor. “Bu tarihin daha yontulmuş bir versiyonunu öğrenmiştim okulda. Kafamdaki imge, şapkalı kadınlar kuşaklara sarınmış keyifle şarkı söyleyip çaylarını yudumlayarak yürümeleriydi. O kadınların gerçekten neler yaşadığına dair hiçbir fikrim yoktu.”
    “Geceleri eğitim alan emektar bir kadın olan Hannah Mitchell’ın ’The Hard Way Up’ adlı otobiyografisini okudum,” diyor Mulligan. “Süfrajet Hareketi’nin ve İşçi Partisi’nin anahtar isimlerinden birine dönüşüyor. Süfrajet hareketini orta ve üst sınıftan tanıştığı kadınlar sayesinde keşfetmesi, Maud’un keşfine benziyor. Birçok konuda gözleri açılıyor ve insanlardan etkileniyor. Sonunda kendi sesini buluyor. Set boyunca kitabı yanımdan ayırmadım.”
    “Muhteşem kadınlardan oluşan değerli bir kadro oluşturma fırsatımız oldu,” diyor Gavron. “Maud, Violet ve Edith gibi ana karakterleri böyle yetenekli isimlerin canlandıracak olması heyecan vericiydi.”
    Maud’u Süfrajet Hareketi’ne katılmaya teşvik eden Violet karakterini canlandıran Anne-Marie Duff, “Violet, çabuk parlayan bir karakter. Sessiz ama heyecanlı ve tehlikeli biri,” diyor.
    Orta sınıftan bir kimyager olan Helena Bonham Carter’ın canlandırdığı Edith’in dükkânı süfrajetlerin toplantı merkezidir. “Edith, birçok insandan esinlenerek oluşturulmuş bir karakter,” diyor sayısız defa Oscar, Altın Küre ve Bafta adaylığı bulunup bir kez de Bafta kazanan Helena Bonham Carter. “Uzun boylu, İskoç, süfrajetlere jujitsu öğreten, onlara kendilerini polise karşı savunmayı öğreten Edith Garrud adlı harika bir kadın vardı. Emmeline Pankhurst’u koruyan The Bodyguard adlı bir gruba eğitim veriyordu. Edith Garrud’un anısına karakterimin adını Caroline yerine Edith olarak değiştirdim.”
    Bonham Carter’ın büyük büyük dedesi Lord Herbert H. Asquith, olayların geçtiği dönemin başbakanıdır ve birçok anlamda süfrajet hareketinin baş düşmanıdır.
    “Bu yüzden Helena’dan o rolü oynamasını istemek büyük cesaret gerektiriyordu,” diyor daha önce Bonham Carter ile Toast adlı televizyon filminde çalışıp onunla bu filmde de çalışmak isteyen Ward. “Sürekli Asquith’in kızı, Süjrajetleri pek de sevmeyen büyükannesi Violet hakkında konuşurdu. Onun istediğine zaten sahip olan ve Süfrajetlerin mücadelesini anlamayan bağımsız bir kadın olduğunu anlatırdı. Bu, bana çok ilginç geldi ve olayın farklı bir yanını görmemi sağladı. Violet zaten güçlü ve özgür bir kadın olduğu için diğerlerine vurulan zincirler ona vurulmamış, bu yüzden de Süfrajet hareketini anlamamıştı.”
    “Emmeline’in torunu Helem Pankhurst’u gördüğümde ‘Çok özür dilerim,’ dedim,” diye anlatıyor Bonham Carter. “Violet muhteşem ve inatçı bir kadındı. Neden babasına onları dinlemesi gerektiğini söylememiş ya da neden süfrajet karşıtı olmuş bilmiyorum. Anneme göre Violet, bir erkek çocuğu gibi yetiştirildiği için hiçbir zaman ayrımcılığa uğramamıştı. Asquith’in etrafı güçlü kadınlarla çevriliydi. Bütün önemli ilişkileri ve sırdaşları kadındı.”
    Bonham Carter’a göre Asquith’in temel itirazların biri Süfrajetlerin şiddete başvurmasıydı.
    “Bence saldırılar bir ihtiyacın, öfkenin sonucuydu,” diyor Morgan. “Hareket, eğitimli, etkin söylemleri ve bağlantıları olan ve hitabeti güçlü Emmeline Pankhurst’te liderini bulmuştu. Hareketin ikonu olup, ruhunu taşıyabilecek biriydi. Kadın haklarının ancak erkeklerin ve savaşın taktiklerini uygularlarsa tanınabileceğine inanmış karizmatik bir liderdi. Film, onların haklarını savunmak için ne kadar ileriye gidebileceklerini sorguluyor.”
    Emmeline Pankhurst’u üç Oscarlı Meryl Streep oynuyor. Bir ikona bir başka ikonun hayat vermesini istiyorlardı.
    “Meryl, Carey’nin fikriydi,” diyor Ward. “Carey’nin bana sorduğu ilk soru ‘Emmeline Pankhurst’ü kim oynayacak?’ oldu. Kısacık bir sahneden, tamamen mecazi bir şekilde bu kadının kim olduğu açıklayabilecek güce sahip birine ihtiyacımız vardı. Meryl, o insan.”
    “Rüyalarımız gerçek oluyordu,” diye devam ediyor Gavron. “Meryl çok hızlı ve olumlu bir dönüş yaptı. Onunla çekimler sırasında Londra’da harika birkaç gün geçirdik. Konuşması sırasında toplanan kalabalığı çektiğimiz ve onun yer almadığı sahnelerde de orada olmak istedi. Tüm gece ekranda yoktu; ama sesi yankılanıyordu ki kalabalığın tepki verebileceği bir şey olsun. Bize ve projeye karşı yaptığı büyük bir cömertlikti.”
    “Filmin birçok sahnesi var ki, filmin sadece herkesin bir odaya oturup fısır fısır konuştuğu politik bir film olmadığını gösteriyor. Bu bir ‘eylem’ filmi, ki militan hareketin temeli de buydu. İşlerin, eylemlerle yürütüleceğini ve duyulmak için herkesten daha yüksek sesle konuşmaları gerektiğini biliyorlardı.”
    YA ERKEKLER?
    Seven bir erkeği oynamak benim için çok önemliydi,” diyor Ben Whishaw. “Karısına aşık. Süfrajetlere takılmaması gerektiğine inanıyor. Oynadığım karakteri yargılamak istemedim, hele modern değerlerimizle bunu hiç yapmamalıydım. Yaptığı şeyler, korkusundan ileri geliyor. Tüm bu değişim ihtimali onu büyük bir yük gibi yoruyor. Rahatsız edici ve korkutucu bir şey bu. Eski düzen alaşağı ediliyor. Şimdi dönüp baktığımızda en doğrusu buydu diyebiliyoruz, ama o anı yaşayanlar bunu bilmiyordu.”
    Hassas Sonny karakteri için Whishaw’ın oyunculuğu Gavron’un tam da aradığı şeydi. “Ben Whishaw ile hep çalışmak istedim. Sonny’den bir stereotip çıkartabilirdik ama öyle biri değil. Zamanının algılarına esir olmuş biri. Duygusal olarak yıkıcı olduklarını bilmesine rağmen kendini bazı şeyleri yapmaya mecbur hissediyor,” diyor Gavron.
    Whishaw, Sonny ile empati kurabiliyor. “Erkekler çürümeye yüz tutmuş bir erkeklik kalıbına sıkıştırılıyorlar. Onları bekleyen şeyler için önlerinde bir rol model yok. Not defterime, ‘Film, Sonny üzerineymiş gibi davran,’ diye not düştüm. Ona bakıp hareketlerini eleştirmek çok kolay ama yanlış olur.”
    Filmin bir diğer önemli karakteri de o dönem Süfrajetlere karşı en sert önlemleri alan Güney İrlandalı polislerin bir toplamı olan Müfettiş Steed. Polis departmanının süfrajetleri takibe almak için geliştirdiği fotoğraf çekme yöntemi bir devletin, vatandaşlarını gözetlemek için tarihte ilk defa başvurduğu bir yöntem olarak kayıtlara geçiyor. Bu takibin başındaki Steed’i ise İrlandalı aktör Brendan Gleeson canlandırıyor.
    “Çok sert görünse de böylesi bir kaosun önüne yasalarla geçilir. Steed bundan vazgeçmeye niyetli değil. Bunun için doğal yasaları çiğnemek gerekiyorsa onları da göze almış durumda,” diyor Brendan Gleeson, Steed karakteri hakkında. “Ama kendiyle yüzleşmeye başladığında, adaletsiz bir yasayı korumanın çok da iyi bir fikir olmadığını düşünmeye başlıyor. Steed, Güney İrlandalı, Katolik bir polis. Bu birleşimin ne anlama geldiğini iyi yansıtmalıydım, yoksa yaptıklarının sonuçlarını ya da başaracağı şeylerin neler olduğunu umursamayan, sadece işini yapan bir adam çıkmış olacaktı ortaya.”
    “Steed’in ilginç yanı, bir yerden sonra bu kadınların ne uğruna kavga verdiğini anlamaya başlıyor olması,” diye ekliyor Gavron. “Onları gözetleyerek onları en mahrem noktalarına kadar tanımış oluyor. Brendan tüm bunları yakalayan özel bir performans sergiliyor.”
    BİTMEYEN KAVGA
    “Bu kadınların filmi. Seslerini kazanmak isteyen, bunun kavgasını veren ve kazanan kadınların filmi,” diyor Faye Ward. “Ama tabii ki toplumsal adalete ve eşitliğe ve her insanın değerli olduğuna inanan herkesin filmi.”
    “Feminizm, hak etmediği halde uzun süre çirkin ve demode bir kelime olarak algılandı,” diyor Morgan. “Bu film, içimizdeki feministi, süfrajetleri kabullenip ortaya çıkarmak hakkında. Filmin yapım sürecinde yer alan her kadın adına şunu söyleyebilirim ki, film sayesinde geçmişimizde yatan köklü bağları yeniden keşfettik. Böylece neslimin kadınlarının ellerinin ne kadar güçlü olduğunu, birçok anlamdan ilk dalga kadınlarına göre ne kadar şanslı olduğumuzu fark ettim. Ama eşitsizlik ve cinsiyetçilik hala yaşıyor. Batı dünyasında daha az gözüküyor; ama hala orada. Dünyanın her yerinde, Nijerya’da, Pakistan’da ve Orta Doğu’da da var.”
    “İngiltere’de hala birçok kadının siyasetle ve oy hakkıyla ilgilenmesi gerekiyor. Özellikle senaryoyu yazarken bu benim için daha geçerli bir yargı oldu.”
    Carey Mulligan’ın dediği gibi, “Filmimiz, bize dokunmayan bir dönemin hikayesi değil. Tarihsel bir dönem filmi de değil. Bitmeyen bir hareketin filmi.”
    OYUNCULAR
    CAREY MULLIGAN
    İlk önemli rolünü Pride and Prejudice (2015)’te kapan Mulligan’ın kariyeri Hollywood’a kadar uzanan bir başarı tablosu. Aynı sene Judi Dench ve Kiefer Sutherland ile oynadığı Bleak House diziyle adını daha geniş bir kitleye duyuran Mulligan, sırasıyla An Education (2008), Public Enemies (2009), The Brothers (2009), The Driver (2011), Shame (2011), The Great Gatsby (2013), Inside Llewyn Davis (2013) ve Far From the Madding Crowd (2015) filmlerinde yer aldı.
    MERYL STREEP
    Tüm zamanların en iyi oyuncularından biri olan Streep, kazandığı ödüller kadar kadınların sektörde eşit haklara sahip olması konusunda gösterdiği çabaları ve girişimleriyle de ön planda bir oyuncu. Kramer vs. Kramer (1980), Sophie’s Choice (1982) ve The Iron Lady (2012) ile üç kez Oscar heykelciğini kucaklayan Streep, Woody Allen, Sydney Pollack, Michael Cimino, Clint Eastwood ve Mike Nichols gibi önemli yönetmenlerle çalıştı.

    HELENA BONHAM CARTER

    Kimimiz onu Fight Club (1999)’daki Marla karakteriyle, kimimiz Harry Potter serisindeki cani Bellatrix Lastrange karakteriyle kimimiz de Burton-Depp-Bonham ortaklığıyla hatırlıyoruz. İngiliz sinemasının en önemli oyuncuları arasında yer alan Bonham Carter’ın The Wings of the Dove (1998) ve The King’s Speech (2011) filmlerindeki rolleriyle iki Oscar adaylığı bulunuyor.

    BRENDAN GLEESON

    Brendan Gleeson, ada sinemasının çıkardığı en iyi karakter oyuncularından. Televizyonlarda film izleyebildiğimiz zamanlarda Braveheart (1995) ile tanıdığımız İrlandalı oyuncu kah yan rollerde kah başrollerde birçok filmde yer aldı. Michael Collins (1996), The Butcher Boy (1997), The General (1998), Harrison’s Flowers (2001), In Bruges (2008), The Guard (2011) ve The Calvary (2014) anılması gereken performansları arasında.

    ANNE-MARIE DUFF

    James McAvoy’un, on sekiz yaşında izleyip hayran olduğu ve sonrasında evliliğe kadar varan hayranlığının en büyük sebebi olarak izleyenleri kendine hapseden bir oyunculuğu olduğunu
    söylediği Anne-Marie Duff, The Magdalene Sisters (2002) ve Before The Sleep (2014) filmlerindeki rolleriyle biliniyor.

    BEN WHISHAW


    Britanya’nın genç jenerasyon oyuncuları arasında seçtiği rolleri ve naif performansıyla ayrı bir yerde duran çocukluğundan beri oyunculuk yapan Ben Whishaw’ın patlama yaptığı film Perfume: The Story of a Murderer (2006) oldu. Ardından bağımsız yapımlar ve Hollywood arasında mekik dokuyan oyuncu I’m Not There (2007), Cloud Atlas (2012), Skyfall (2012), The Zero Theorem (2013), The Lilting (2014) ve The Lobster (2015) da yer aldı.
    • Google ile yorum yap
    • Facebook ile yorum yap

    0 yorum:

    Yorum Gönder

    Item Reviewed: Diren Rating: 5 Reviewed By: Doç.Dr.E.Mahir Gülcan
    Scroll to Top